Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, 4/6/2015 tarihinde Bekir Coşkun’un bireysel başvurusunda (B. No: 2014/12151) başvurucunun bir köşe yazısı nedeniyle aleyhine açılan ceza davasında hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum edilmesinin ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir.
Olaylar
Başvurucu, ülke genelinde günlük yayınlanan Cumhuriyet Gazetesi yazarıdır.
Başvurucu, Gazetenin 4/7/2013 tarihli nüshasında İstanbul’da başlayıp yurt geneline yayılan merdiven boyama eylemlerini konu alan “Boyalı Merdivenler” başlıklı bir yazı kaleme almıştır.
Söz konusu yazı nedeniyle başvurucu hakkında kurul halinde çalışan kamu görevlilerine hakaret suçunu işlediği iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca kamu davası açılmıştır. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2014 tarihli kararla, başvurucunun basın yoluyla hakaret suçundan bir yıl iki ay on yedi gün karşılığı adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.
İddialar
Başvurucu, köşe yazısında dile getirdiği düşüncelerden dolayı cezalandırılmasının, ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin değerlendirmesi
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin birinci fıkralarının, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmediğini, hem gerçek hem de tüzel kişiler için geçerli olan ifade özgürlüğünün siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına aldığını belirtmiştir. Mahkeme, açıklanan ve yayılan bir düşüncenin, içeriğinden hareketle kişiler ve toplum açısından “değerli-değersiz” veya “yararlı-yararsız” biçiminde ayrıştırılmasının sübjektif unsurlar ihtiva edeceğini, bu değerlendirmelerden hareketle ifade özgürlüğü alanının belirlenmeye çalışılmasının bu özgürlüğün keyfi biçimde sınırlandırılması sonucunu doğurabileceğini vurgulamıştır. Mahkemeye göre, ifade özgürlüğü, başkaları açısından “değersiz” veya “yararsız” görülen düşüncelerin açıklanması ve yayılması özgürlüğünü de içermektedir.
Anayasa Mahkemesi, somut olayda başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin “başkalarının şöhret veya haklarının korunması”na yönelik önlemlerin bir parçası olduğunu tespit etmiştir. Mahkeme kendi görevinin demokratik bir toplumda, başvurucunun ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhret veya haklarının korunması arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmek olduğunu hatırlatmıştır.
Başvuruya konu köşe yazısının yayınlanmasından önce 2013 yılı Haziran ayında kamuoyunda “Gezi olayları” olarak bilinen toplumsal olaylar meydana gelmiş, ardından çevre bilincini artırmak iddiasıyla Türkiye’nin değişik yerlerinde merdiven boyama eylemleri başlamıştır. Olayların geçtiği tarihte “gökkuşağı eylemi” olarak da ifade edilen merdiven boyama eylemine bazı belediyeler müsaade etmemiş ve farklı renklere boyanan merdivenleri eski haline getirmişlerdir.
Mahkemeye göre, başvuruya konu yazı, olayların meydana geldiği tarihte basın ve yayın organlarında ve siyaset alanında devam eden tartışmaların bir parçası olarak kaleme alınmıştır. Başvurucu, mahkûmiyetine neden olan sözleri ile “Gezi olayları”olarak bilinen ve kamuoyu gündemini uzun süre meşgul etmiş olaylardan sonra bazı şahısların kendilerince çevre sorunlarına dikkat çekmek için başlattığı şehir merdivenlerini boyama etkinliğine karşı bazı belediye yetkilileri ile bazı siyasilerin gösterdikleri tepkiyi esprili bir tarzda eleştirmektedir. Daha önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul salonunun renklerinin ve özellikle koltukların kırmızı renginin milletvekillerinin ruh durumunu bozduğu yönünde basında çıkan haberlere gönderme yapan başvurucu, rengârenk bir çevrenin siyasiler tarafından hoş karşılanmamasını eleştirmektedir.
Anayasa Mahkemesi, ifade özgürlüğünün büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünü güvence altına aldığını ve bu nedenle de düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olmasının doğal karşılanması gerektiğini, öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” olduğunu vurgulamıştır.
Kararda, kamu otoritelerinin kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorunda oldukları belirtilmiştir. Mahkemeye göre, sağlıklı bir demokrasi, kamu otoritelerinin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirmektedir. Aynı şekilde siyasetçilere yönelik eleştirilerin kabuledilebilir sınırları, diğer kişilere yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi diğer kişilerden farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek halkın ve aynı zamanda diğer siyasetçilerin denetimine açar; bu nedenle de eleştirilere daha geniş hoşgörü göstermek zorundadır. Bu sebeplerle, zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekmektedir.
Mahkemeye göre, kurulan hükmün açıklanması geri bırakılarak başvurucu hakkında denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verilirmişse de bir yazar olan başvurucunun bu süre içerisinde cezasının infaz edilmesi riski her zaman bulunmaktadır. Yaptırıma maruz kalma endişesinin kişiler üzerinde kesintiye uğratıcı bir etkisi vardır ve sonunda kişi denetim süresini yeni bir mahkûmiyet almadan geçirse bile kişinin bu etki altında ileride düşünce açıklamalarından veya basın faaliyetlerini yapmaktan imtina etme riski bulunmaktadır.
Sonuç olarak, “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninde gerekli olmadığını belirten Mahkeme, Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.