‘Cezaevi koşullarında hastalığın tedavisi mümkün olmadığı gibi eğer tedavisinin dışarıda sürdürülmesine izin verilmezse, verilmiş olan mahkumiyet cezalarının çok ötesinde bir cezalandırmaya dönüşür.’
Av. Refika ÇAKILLIK *
1982 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanıp İstanbul’a geldiğimde 17 yaşımdaydım. Henüz 18’imizi doldurmadığımız için üniversite kredilerimizi bankadan alamıyorduk. Yurtta kalıyor, ağız tadıyla ne yurtta ne de okulda yemek yiyebiliyorduk…
Dışarıda yemek için de paramız olmuyordu. O yüzden arkadaşlarımızın yakınlarından kim varsa -ağabey, büyükanne, anne- başka konularda utangaç olsak da bu konuda hiç utangaçlık yapmadan evlerine yemeğe gidiyorduk. Bazen yemeği biz yapıyorduk. Artık elimizden ne gelirse… En çok tarhana çorbası, yanına turşu veya soğan… Yurtta da bir kabın içine koyduğumuz pamuğu kolonya ile yakıp üzerinde tereyağlı yumurta yapıyorduk, yanına salata ile ziyafet çekiyorduk…
İşte Aysel’le (Tuğluk) böyle gelişti dostluğumuz. Ev yemeğinin peşinde giderken. Aysel bizim sınıfta değildi, bir arkadaşımızın kız kardeşinin sınıf arkadaşıydı. Bizden bir sonraki dönemdendi yani. O zamanlar çok iyi tanışmıyorduk. Arkadaşın kız kardeşini davet edince, biz de kendimizi davet ettirdik. Hatun teyzeyle de, Aysel’in annesi, o gün tanıştık. Sobanın başında oturduk, yemeklerini yedik. Hatun teyzenin sigarasını sobada yakması bir de gözlerindeki derin acı aklımdan çıkmadı hiç. Biz de, Anadolu’dan gelen bir anlayış herhalde, ekmeğini, yemeğini yediğin kişi özeldir. Aysel de artık bizim için özeldi. Arkadaşımız, dostumuzdu.
BARIŞ OLSUN DİYE…
Okul bitip ’90’ların kara/karanlık yıllarında avukatlık yapmaya başlayınca (Ki Aysel bizden sonra mezun oldu) birçoğumuz hak, hukuk, adalet mücadelesinin farklı bir ucundan tuttuk.
Ben avukatlığın ve baro çalışmalarının yanı sıra yeni kurulan Emek Partisine katıldım, Aysel önce DTP ve sonrasında HDP’de siyaset yapmaya başladı, Diyarbakır ve Van’da bağımsız milletvekili olarak seçildi. Barış olsun diye hiç çekinmeden elini taşın altına koydu. Kadının özgürleşmesi mücadelesinde en ön saflarda yerini aldı. 90’lı yıllar ülkenin batısı ile doğusu arasında farklı bir hukuk yaşanıyordu. Batıda suç olarak kabul edilmeyen birçok eylem Kürt illerinde gerçekleştirildiğinde ağır cezalarla mahkumiyete neden oluyordu. O günkü mücadelemizin bir yönü de hukukun her iki bölgede de uygulanmasıydı, yoksa Ali Duran Topuz’un deyimiyle ‘antihukuk’ta eşitlenecektik. Sonuçta öyle oldu… Önceleri Kürt siyasetçilere yöneltilen ‘terörist’ suçlaması bugün ‘ekonomi kötü’ diyene de yöneldi…
İktidarın, bir kadın siyasetçi olarak “çözüm süreci”nde tüm enerjisiyle yer almış olması nedeniyle özel olarak öfke duyduğu Aysel’e milletvekiliyken yaptığı siyasi faaliyetleri ve konuşmaları nedeniyle birçok dava açıldı, bazıları mahkumiyetle sonuçlandı…
NESİLDEN NESİLE AKTARILAN DERİN ACI…
Milletvekilliği yaptığı dönem de dahil birbirimizden haberimiz olsa da uzun yıllar görüşemedik Aysel’le. Tutsak edildiğinde gittim ziyaretine, o ilk ziyaretimde sanki hiç ayrılmamışız gibi kaldığımız yerden devam ettik muhabbetimize. Sonraki ziyaretim annesi Hatun teyzenin vefatından sonraydı, başsağlığı için… O kadar üzgündü ki. Sımsıkı sarılıp dakikalarca öylece kaldık. Gözlerinde aynen annesinin gözlerinde gördüğüm derin acı vardı. Çok ağladı. Ellerini tuttum. Sevgimi göstermek, sabrını/direncini artırmak istedim. O kadar zamanda nasıl olacaksa.
Pandemiden kısa bir süre önceki ziyaretimde de ağlamasının dinmiş ama gözlerindeki derin acının bütün yüzüne yayıldığını gözlemiştim. Birlikte kaldığı Sebahat Tuncel ve Figen Yüksekdağ da gözlemlerimi doğrulamışlardı. Ama bu hastalık hiçbirimizin aklının ucundan geçmemişti. Pandemi kısıtlamaları ve kendi kendimizi de kısıtlamamız nedeniyle o süreçte ziyaretine gidemedim. Rahatsızlandığını duyduktan sonra gittiğimde onun ne kadar hasta olduğunu gördüm. Nasıl olduğunu anlatmak istemiyorum çünkü bu onun özeli. Ama bu hastalığı yakınım vasıtasıyla yakından yaşamış biri olarak söyleyebilirim ki hastalığı epey ilerlemiş ve cezaevi koşullarında bu hastalığın tedavisi mümkün olmadığı gibi, ilerleyici bir hastalık olduğu düşünüldüğünde eğer tedavisinin dışarıda sürdürülmesine izin verilmezse, verilmiş olan mahkumiyet cezalarının çok ötesinde bir cezalandırmaya dönüşür.
AYSEL VE TÜM HASTA MAHPUSLAR İÇİN…
Aysel, siyaset yapma, ifade ve propaganda özgürlüğünü, kadın özgürlüğünün gerçekleşebilmesi için siyasette kadınların daha çok yer almaları gerektiğini savunan, bir Kürt kadın olarak Kürt halkının taleplerine ses olmak için siyaset yapan direngen/dirençli, sözünü esirgemeyen bir siyasetçidir. Ama aynı zamanda bütün dostların bir masa etrafında toplandığı, geçmişin yad edildiği, geleceğe dair hayallerin kurulduğu, yeri geldiğinde gözlerimizden süzülen birkaç damla gözyaşının yerini kahkahaların aldığı bir dost meclisini özleyen, İstanbul sokaklarında gezip bir ara uğrayıp Süleymaniye’de kurufasulye yemek isteyen, çok güzel gülen, çok özel bir insan, çok güzel bir dosttur.
O ömrünü ayrım yapmaksızın milyonların hukukunu savunmaya adadı. Bugün de sıra bizde. Onun için, öncelikle sağduyularına çok güvendiğim kadınları, insanım diyen herkesi cezaevinde tedavisi mümkün olmayan Aysel Tuğluk’un ve elbette diğer hasta tutsakların sesi olmaya çağırıyorum. Elimizden ne gelirse… Acele edin, edelim… Geç olmadan hepimiz Aysel Tuğluk’un ve tüm hasta mahpusların sesi olalım.
*bu yazı ekmekvegul.net ten alınmıştır.